Fırtına ve Atılım’dan Klasisizme: Kopuklar romanı

Nasıl Duende İspanya’nın ruhuysa Sturm und Drang (fırtına ve atılım) da Almanya’nın ruhudur. Fırtına ve Atılım, akıma adını veren, Klinger’in bir piyesinin adıdır. Aşırı heyecan ve duygusallık dolu bir atmosfere sahiptir. Ekolün en tipik örneklerinden biri sayılan Goethe’nin Goetz von Berlichingen adlı oyunudur. Bu oyunda tam elli dört ayrı sahne ve içinden çıkılmaz karmaşıklıkta bir kurgulama vardır. Bu ekole ait oyunlarda beş perde bulunur, üç birlik kuralının yer ve zaman birliği sağlansa da kimi zaman bu yapılmazdı. Bir grup genç yazarın on sekizinci yüzyıl akılcılığına karşı başlattıkları açık ve deneysel bir akımdı. Uygarlık değerlerini yadsıyan, doğayı yücelten hatta giderek kendini doğaya kaptıran, gizemci, şiirsel içeriğe hayran, duygucu, heyecan ve coşkunun kesinlikle bir ruh olduğuna inanan insanları etrafında toplamayı başarmış ve 15-20 yıl bu akımın etkisi devam etmiştir.

  1. yy’da Almanlar çağının gerisinde kalmış bir toplumdu. Fransız ve İngiliz sanatından- edebiyatından ne kadar geriyse düşüncenin ifadesi açısından da o kadar geriydiler. Ama usun yerine duyguyu, nesnelliğin yerine öznelliği koyan bu akım, insanı (henüz hiç bilgileri olmasa da) Antik Yunan karakteri gibi düşlemiş, onu yüceltmiş ve bir tanrı gibi görmek istemiştir. Aristoteles’in insanı toplumsal bütünün bir parçası, ama aynı zamanda, onu dönüştürme potansiyeline sahip bir varlık, bir hayvan olarak ele aldığını henüz bilmemelerine rağmen doğayı öznel olarak savundukları için bu benzerliğe sadece yaklaşabilmişlerdir, Almanya’yı ve Alman oyun yazarlığını yeniden diriltmiş olmalarına rağmen seyirci tarafından çok az oyun beğeni kazanmıştır. Bunun nedeni oyunlardaki şok etkisidir. Konuların seçimi, sahnelemenin zorluğuyla birleşince içinden çıkılamaz bir hal almıştır. Sahip oldukları düşünceyi zenginleştirecek bir felsefelerinin bulunmaması bu akımda verilen eserlerde, son derece geniş bir düşünce ve ifade tarzına yer vermelerine neden olmuş bu durum seyirciye her zaman aktarılamamıştır. Örnek olarak, Schiller’in Haydutlar adlı oyunu son derece geniş liberal ve demokratik bir görüş sergilemektedir. Bu akımın en beğenilen oyun yazarları arasında Goethe ve Schiller’in erken dönem oyunları gelmektedir.
    Tarih boyunca insanoğlunun deneyimlediği en yaratıcı tecrübe hayal kurmak olmuştur.
    B. Güney Ulutaş’ın ilk kitabı, Kopuklar romanı, doğayı sevmenin erdemli vazifesiyle yola çıkar ve hayal kurar. Hayalindeki tüm karakterler kitaplarının arasında, üzerlerine düşen vazife neyse onu yerine getirmek ya da getirmemek için hazırdırlar. Fırtına ve Atılım sadece ruh olarak vardır, iyi bir arkadaş grubunu tanımlar. İyi olarak vardır, vahşi bir mit etrafında toplanmış olmalarına aldırış etmezler, o kadar iyi ve romantiklerdir ki, gerçekliğin sadece kendisi bile bu karakterleri ürkütmeye yeterken. Onlar hiç kimseye aldırış etmeden hatta kendilerine bile, dünyaya meydan okurlar. Sturm und Drang akımına verilmiş bir selamdır karakterlerin ve mekânların isimleri.
    Zucco her ne kadar avukat olmayı başarmış olsa da ya da hayatının her dönemi zor ve sancılı geçse de kişiliğini çok aramamış ve karanlık düşünceleri temrin ederek yaşamıştır. İstanbul kadar bir ülkede geçer hikâye. Modern bir uygarlıkta Zucco’nun yarattığı, her an değişebilen, atmosferlerde ilerler, uygar toplumu bir ucundan bir ucuna dolaşırız.
    Zucco, çok hızlı değişen bir ortamın içine acemice atladığı andan itibaren, arka planda olduğu varsayılan ama daha ağır seyreden bir hayatın içinden de kopmuş olur. Ve gerçek hayatın yerini sinemasal gerçeklik alır. Neden-sonuç ilişkisi ortadan kalkar, fizik kuralları görmezden gelinir, standart mantığa karşı çıkılır ve bir ihtiyaç olarak görüntüye başvurulur. Karakterlerden, kurgudan ve hikâyeden uzaklaşılır. Zucco’nun anlatmak istediği hikâyedir. Bu fırtına ve atılımdır. Özel olmasını ister. Ve bir sevgi hikâyesi koleksiyoncusuna mektup yazar. Roman, tam olarak bu şekilde başlar, sevgi hikâyesi koleksiyoncusu kadın yazarın beklemediği bir mektuba geri dönüş yapmasıyla. Zucco gibi bir karakterseniz, nerede olduğunuzun hiçbir önemi yoktur. Oradan oraya savrulanlar için şu an bir yerdeyseniz, sonra başka bir yerde olabilirsiniz, aniden başka bir yerde ya da eski yerinizdesinizdir. ‘Ben kimim?’ ‘Burada ne yapıyorum, ne işim var?’ ‘Ne öğreniyorum?’ gibi sorulara fırsat bulup cevap veremezsiniz. Sorunu çözmeyen sorulara travmatik bir eşiğe kadar cevap verilmez. Birikir, üst üste yığılır. Zucco’nun sürekli engellere takılıp kalması kötü talihinden kaynaklanmaz, onun için sadece kötü bir alışkanlık göstergesidir. Zucco, sadece niyeti ve inancı kadar erdemlidir.
    Yaratıcılık, hayal gücü, rüya ve yalnız kalmaktan kaynaklanan değişimler. Travma, açlık hepsi benzersiz deneyimler olmasına rağmen halüsinasyona neden olabilirler. Zucco bu yüzden gerçekliği “insani niteliklerin gerçekleştirilmesi ve tamamlanması olarak” görmez. İnsan değerlerine bağlı kalmaz, aile nedir bilmez, o duyguyu yetimhanede hiç tatmamıştır.
    Birgün talihin yüzüne güldüğünü düşünmesini sağlayacak bir görüşmeye davet edilir, annesinin yazmış olduğu kitabı bulmak için şehrin belediye başkan adayıyla bir anlaşma yapar. Artık dedektif olmuştur. Araması ve bulması gereken annesinin bıraktığı izlerdir. Bu yüzden de ilk iş olarak annesinin yakın arkadaşlarını aramaya koyulur. Zucco için başta önemsiz ve sadece bir anlaşma gibi görünen bu görev sonrasında beklenmedik bir dizi polisiye olaylara dönüşür. Tıpkı Sturm und Drang akımında olduğu gibi büyük bir hızla bir sahneden diğerine geçişlerle, bir film senaryosunun içindeymiş gibi aksiyon ilerler.
    Goethe Sturm und Drang akımını reddederek klasisizme doğru yönlendiğinde Iphigenia Tauriste oyununu yazmıştır. Bilinen mit çerçevesinde gelişen oyunda bir insanın dar ve bencil düşünce yapısından kurtulup geniş çerçevede, insanlık adına düşünmesi süreci anlatılır. Bu durum Kopuklar romanının başlangıcını aldığı ve içeriğini ona göre kurduğu Fırtına ve atılım akınının romanda klasisizmle finali anlamına geliyor. Süprizli bir final ve görsel sahneler seven okuyucular için eğlenceli bir roman Kopuklar.
    Son olarak Kopuklar siyasal olmayı hedeflememiş, atıf yapılan akımların genel özellikleri içinde işleyip şekillendirerek, kendi özgül koşullarında ne olabilecekse onu olmak istemiştir. “Her büyük tarihsel dönem bir geçiş dönemidir” diyor Lukacs, “bunalımların, yeniden yıkımların ve yeniden doğuşun çelişik birliğidir; çelişik olmasına karşın yine de birleşik bir süreç boyunca daima yeni bir toplumsal düzen ve yeni bir tip insan doğar.”

Ali Aydemir

(Kopuklar romanı hakkında Birgün gazetesi kitap ekinde yazdığım yazıdır.)

Yayınlayan

Ali Aydemir

Ali Aydemir. 1981 yılında İstanbul’da doğdum. Çocukluğum İstanbul’da geçti taki bir trafik kazasına kadar. 1986 yılında Çernobil bulutlarıyla beraber Karadeniz’e geldik ailemiz bir kişi eksilmiş halde. İlk ve orta öğrenimimi Giresun’da tamamladım, lise son sınıfı bir işçi olarak Fiskobirlik Entegre Tesislerinde geçirdim, o dönem işçileri yakından gözlemledim, Markizm ile tanışmam böylece ete kemiğe büründü. Sonra Niğde Üniversitesi’nde Turizm Meslek Yüksek Okulunu bitirdim. Kapadokya hayatıma inanılmaz şeyler kattı, orada büyülendim. Devlet memuru olarak Bolu’ya atandım, gitmedim. Politik bir insana dönüştüm. Turizmin bir çok departmanında çalıştıktan sonra bu sektörün ruhumla hiç uyuşmadığını fark ettim ve mesleği bıraktım, biraz dışardan işletme okuyayım dedim, serbest bir öğrenci olmayı beceremedim. Uludağ Ünversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü sınavına girdim ve Dramatik Yazarlık Ana Bilim Dalını kazandım, hakkımda açılan kamu davası nedeniyle ki vatana ihanetten yargılanıyordum, sırf askere gitmediğim için, askere alındım, okul hiç müdahil olmadı. Neyseki Antakya’da tüm hakları elinden alınmış biri olarak askerliğe başladım, Turizimci ve de sanat okulu öğrencisi olduğum için ve Antakya turistik bir yer olduğu için beni rehber olarak görevlendirdiler, 4 tane Genel Kurmay Komutanını, Suriye Genel Kurmay Komutanı’nı, Suriye Kuzey Orduları Komutanı’nı, 2. Ordu Komutanını ve bir sürü Orgenerali ve Korgenerali gezdirirken vatana ihanetten yargılanmaya devam ettim. 2. Hudut Alay Komutanlığı’nın tarihçesini yazdım bu esnada, sonra aldığım ceza belli oldu, 3 ay hapis cezası aldım, paraya çevirince terhis olabildim. Askerden sonra okula döndüm, istekle başladım ve morali bozuk bir şekilde okuldan ayrıldım. Sanat okullarının başta öğretim kadrosu ve verilen eğitim beni çok üzdü. Sanat okullarının hala bu halde olmasına çok üzülüyorum. Liyakatin olmadığı bir ülke. Çok üzücügerçekten. Geziye katıldım, Soma’da bulundum vs. İşsiz kaldım. İnsan sanat okullarına güvenmemeli. Tüm bu dönemde İstanbul şehrinin ve Ankara’nın güzel şairleriyle Duvar dergisini çıkarmaya başladık, adını ben koydum, çok sesin olduğu yerde demokrasi maalesef görkemli olmuyor, duvar dergisinden ayrılıp Natama dergisini kurduk, 3 güzel yıl geçirdik beraber sonra oradan da ayrıldım. Çünkü Natama dergisi yayın hayatına devam etmemeliydi, uzun süre yayında kalan dergilerin düştüğü tuzak çıkış manifestosunun yani kendisinin reddi anlamına gelmekteydi. Arkadaşlarımın dergi çıkarmasına seviniyorum ama keşke bunun adı Natama olmasaydı. Keşke Natama yayın hayatına son verecek kadar da cesur olabilseydi. Neyse arkadaşlarımı seviyorum. Yolları açık olsun. Sonra işte dergicilikten böylece soğumuş oldum. Şiirlerim; Natama, Sözcükler, Duvar gibi dergilerde yayımlandı. Aslında daha bir çok dergide yayımlandı ama o dergilerin adını ağzıma almadığım için buraya yazmak istemiyorum. Gerek yok. Sırf şiirlerimin yayımlandığı dergiler çok görünsün diye adlarını yazacak değilim. İlk kitabım ‘Ölü Kayalar Mezarlığı’ 2011 yılında yayınlandı. Hiç memnun olmadım. Yayınevinin adını yazmadığımdan anlamışsınızdır. Akşamdan sabaha kapak değişir mi! -gizlice değişiyor valla- hem de yazarın haberi bile olmadan, redakte bozuluyor ooo neler oluyor neler Çehov’un dediği gibi ve daha bir sürü şey! Şimdi hazırda bekleyen iki şiir dosyam var üçüncüsüne çalışıyorum ama bir gün basılırlar mı açıkcası bilemiyorum. Bu yönde hiç çabam olmadı, olur mu bilmiyorum, hele şu pandemi bi bitsin de.. Güzel bahane. İki tane tiyatro oyunum var burada paylaştığım oyun sadece okumalık onu saymıyorum. Belki roman da yazarım diyorum. İşsizim, bir iş kuryım dedim büyük zarar ettim dünya kadar borca battım, evdeyim tüm zamanımı okuyarak ve yazarak geçiriyorum. Güzel bir yazar hayatı yaşıyorum aynı filmlerdeki ve kitaplardaki gibi. Tek farkım ben tanınan biri değilim. Olur muyum hiç sanmıyorum. Keza olsam bile bunu kimse bilmez çünkü ben öyle biri değilim. Gün içinde biraz mutlu olabiliyor musunuz bilmiyorum ama her gün en azından gülümseyebiliyorsanız ne ala, herkesin işi zor. Mutlu olun diyeceğim ama yine de gülümsemeye çalışın diyeyim en iyisi, iyi günler dilerim, saygılarımla.

Yorum bırakın